15 Mayıs 2019 Çarşamba

Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği


                                                        Toplumsal Cinsiyet eşitsizliği
Bugünlerde çok rastladığımız ve duyduğumuz bir konuya değinmek istedim.
Cinsiyet ayırımcılığı, genel anlamda bireylere cinsiyetlerinden dolayı toplumda adaletsiz bir şekilde davranılmasıdır. Kadınlar ve kız çocukları dünya nüfusunun %50ʼsini oluşturuyor. Ancak toplumsal cinsiyet eşitsizliği günümüzde çok yaygın. Bu da ülkelerin ilerlemesini engelliyor. 2014 itibarıyla 143 ülke anayasalarında kadın erkek eşitliğini garanti altına almış. 52 ülkenin daha bu adımı atması gerekiyor. Peki bu 143 ülke anayasa ile eşitliği garanti altına aldı da ne oldu? diye sormuyor değil insan. Eşitsizliklerle karşılaşma kızlar için doğumdan itibaren başlayabilir. Bazı ülkelerde sağlık hizmetleri ve yeterli beslenmeden mahrum bırakıldıkları için kız çocuklarının ölümü daha yüksektir. Kızlar ergenliğe erişmeleri ile birlikte daha fazla eşitsizlikle karşılaşıyor. Çocuk damattan çok daha fazla çocuk gelin var. Küresel olarak her yıl yaklaşık 15 milyon 18 yaş altı kız çocuğu evlendiriliyor. Kendilerinden yaşça büyük bireylerle. Bir aile bunu nasıl yapabilir? Ya da karşı tarafın hiç mi vicdanı yoktur? O çocuğun daha hayalleri var, okuyacak, daha reşit bile değil ama kendisinden yaşça büyük pis zihniyetle aynı evde yaşadıktan sonra ne hayal ne de umut kalır dimi? Küçük yaşta evlenmek kız çocuklarının eğitimini de etkiliyor. Bu da ülkelerin ilerlemesini engelliyor. Geçmişte, erkek çocuklarının eğitim alıp, iş sahibi olmalarını söylerken; kızların evde kalıp ev işleriyle ilgilenmesini söyleyen kafa yapısı oluşturulmuştur. Günümüzde, eğitim sisteminde kız ve erkek öğrenciler arasında ayırımcılık giderilmiştir, ama halen çevremizde az da olsa örneklere rastlıyoruz. İş yerinde cinsiyet ayırımcılığı; eğitimde, iş bölümünde, ücretlendirmede kadın ve erkeğin yaptıkları iş ile değil, cinsiyete bakarak işe tabi tutulması. Aynı işi yapan kadın ile erkeğin, erkeğin daha fazla maaş alması gibi. Çalışma yaşamında kadınların karşılaştıkları en büyük sorunlardan biri de cinsel saldırı ve tacizdir. Peki bunları geçelim daha da çevremize, her gün gördüğümüz, tanık olduğumuz olaylara bakalım . ‘’kızım sofrayı kur, oğlum yemeğe gel.’’ Bu diyalog her beş evin birinde vardır. Peki niye kimse buna bir şey demiyor? Geçmişten gelmiş alışkanlıklar günümüzde de halen devam etmekte. Toplumda ‘’Toplumsal Cinsiyet eşitliği’’ komisyonunu reddeden insanlar olduğu sürece ilerleme kaydedemeyiz. Gelecek daha güzel günler için hep birlikte el ele vermeliyiz.



Rakam bilgisi aldığım siteler: https://www.evrensel.net

                                                http://www.skdturkiye.org
Resim aldığım site: sigortadunyasi.com.tr






Günümüzdeki Sorunlar

      Ülkemizde pek çok sorun var. Fakat çözümleri nerede? Sadece benim yapmamla olmaz diyerek işin içinden çıkamayız. Herkes üstüne düşeni yapsa belki de sorunlar çözülecek. Ülkemizdeki sorunlardan biri de işsizlik. Birçok  kişi okuduğu mesleği yapmıyor. Çünkü isteyerek okumadı o bölümü. Yeteneğini, becerisini ortaya çıkarmak yerine ezbere dayalı eğitim sistemi olmasından kaynaklı. Bir diğer deyinmek istedigim konu gelişmiş ya da gelişmekte olan tüm ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de en önemli sorunların başında trafik gelmektedir. Şehir içi ulaşımda ilk akla gelen seçenek otomobil. Onun yerine bisiklet kullanılabilir. Fakat Türkiye'de bisiklet kullanımı oldukça az. Kullanılmamasının sebeplerinden bazıları da bisikletler için özel yolların bulunmaması, toplu taşıma  araçları ile bisiklet taşınmasına olanak tanınmaması, bisiklet park yerlerinin bulunmaması gibi altyapı sorunlarının yanı sıra kişilerin davranış alışkanlıkları da bisiklet kullanımının yaygınlaşmasını engelleyen sebeplerden bir tanesidir. Bu sorunlar giderildiğinde ve insanlar taşın altına elini koyduklarında her şey daha iyiye gidecek.


      Gitmek istediğim yerlerden biri de Afrika. Çünkü açlık ve sefalet denildiğinde akla gelen ilk yerlerden. İnsan ve canlı hayatının devamı için su şarttır. Oradaki insanlar değil yemek içecek su bile bulamıyorlar. Onların yanında bir de bizim savurganlığımız. Her gün o kadar çok şeye sahip oluyoruz ki. Ama şöyle bir kendimize baktığımızda hiç farkında bile değiliz. Her konuda olduğu gibi bu konuda da bilinçli olmalıyız. İhtiyacımız olmayan birçok şey alacağımıza Afrika'daki insanları düşünüp az veya çok yardım etmeliyiz. O çocukların da açlığını, giyimini düşünmeden sadece eğlenmeye hakkı var. Bende oraya gidip insanlara biraz da olsa yardım edip, elimden geleni yapıp bir tebessümlerine sebep olmak istiyorum.
Elimizdekilerin kıymetini her zaman bilelim.
Bugün sizlere Osmanlı Devletinde yıllarca ülkeyi yöneten Kösem Sultanı anlatmak istiyorum. Çünkü Kösem Sultan tek başına koca bir devleti tek başına yönetti ve onun bir kadın olarak nasıl bu ülkeyi yönettiğini herkesin bilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu yüzden Köşem Sultanın hayatını sizlerle paylaşacağım.

14 Mayıs 2019 Salı

ÖLMEDEN ÖNCE YAPILACAKLAR LİSTESİ

ÖLMEDEN ÖNCE YAPILACAKLAR LİSTESİ
    İlik Bağışı Yapın!
  • Paraşütle atlamak.
  • Yurt dışına çıkmak.
  • VIP uçmak.
  • Su altı dalışı yapmak.
  • Afrika'ya gitmek.
  • Venedik'e gidip gondola binmek.
  • Hava balonuna binmek.
  • Domates festivaline katılmak.
  • Fransızca öğrenmek.
  • Yardım kuruluşuna bağışta bulunmak.

7 Mayıs 2019 Salı

Bir "çocuk"  ve "kadın" olarak bugün değinmek istediğim konu, son zamanlarda artan çocuk istismarları ve tecavüzler.. Görüyoruz, izliyoruz her geçen gün daha da artıyor bu olaylar ve biz sadece elimiz kolumuz bağlı oturuyoruz, çünkü elimizden geleni yapsakta-ki yapıyoruz- bizleri takan,önemseyen kimse yok.. Anneler,aileler adliye kapılarının önünde feryatlar içerisinde sinir krizi geçiriyorlar. "Kadın dediğin herkesin içinde kahkaha atmayacak." bu çok saçma bir söz değil mi ya sizce de, erkek atarsa bir şey olmuyor da kadın atınca mı ayıp veya kötü, neden kadınlar eziliyor, neden kadınlara değer verilmiyor, neden kadınlar küçümseniyor.. Bir kadına tecavüz ediliyor, mahkeme oluyor her şey ortada ama o adam sırf takım elbise giydi diye cezası hafifletiliyor ve sonunda tutuksuz yargılanıyor, davayı kazanmasındaki klişe sebepler ise ; O saatte ne işi varmış orada, neden etek giymiş, bu resimde gülmüş tahrik edici delil." ya sizene bundan, istersem gecenin bir yarısı kısa eteğimi giyer,makyajımı yapar gülerek dolaşırım, buna kimse karışamaz, önemli olan benim giyim kuşağım değil karşımdaki insanın pis düşüncesi,bir kadın bu hayatta istediği gibi yaşayamıyorsa suçu kadın olması değil,etraftaki pisliklerin suçu.. Tecavüz ettinde ne oldu, eline ne geçti, tecavüz ettiğin kadının hayatı karardı, paramparça oldu ve o perişan halde evden çıkamaz durumdayken sen elini kolunu sallayıp yaptığın pisliği tekrar yapıyorsun, işte yapmaya devam ediyorsun çünkü biliyorsun ki ceza almayacaksın. Bir diğer konu da çocuk istismarı.Son zamanlarda sayısı çok arttı. O çocuğa o işkenceleri uygulayacak, tecavüz edecek kadar ne yaşamış olabilirsin ki veya bundan nasıl zevk alabilirsin ki, hiç mi vicdanın sızlamıyor, çocuk ya o çocuk, daha yolun başında, hayalleri var ve sen o hayallerini öldürüyorsun. Senin öldürdüğün yetmiyormuş gibi mahkemede bir kez daha ölüyor o çocuğun hayalleri, senin tekrar yüzünü görüyor, sen bin bir tane yalan uyduruyorsun o çocuğun gözünün önünde ve takım elbise giydiğin için seni adam yerine koyup serbest bırakıyorlar.. Ya o çocuğun anne babası, bi öğreniyorlarki çocuklarının hayallerini mahveden adam serbest bırakılmış, kendini öldürmek istemez mi o anneyle baba şimdi, dünya başlarına yıkılmaz mı veya çocuklarına bunları yapan adamı öldürürlerse artık müebbet hapis cezasına çarptırılır neden çünkü adam öldürdü ama çocuğuna daha beterini yaşatan adamı serbest bırakmışlardı.. Ne yazıkki ülkece çok geriyiz ve adelet sistemimiz doğru değil ve adalet yerini bulmuyor. Lütfen elinizi vicdanınıza koyun, tecavüz edilen insanların bundan sonra neler yaşayacağını düşünün ve böyle pisliklere gereken cezayı verin, çünkü sizler ceza vermedikçe bu tecavüz, istismar olayları her geçen gün daha da artacak. Ben ve benim yaşımdakiler televizyonlarda kısacası medyada artık çocuk istismarları ve kadınlara şiddet olaylarını görmek istemiyoruz onları serbest bırakan adalette istemiyoruz...

17 Nisan 2019 Çarşamba

KİTAP ÖNERİSİ

 Her insanın kitap okuyunca kendisini sanki farklı dünyadaymış gibi hissetmesi güzel duygulardan biridir. Kitap insanın dünyaya bakış açısını değiştirir. Eğer bakış açınızı değiştirmeye hazırsanız ve kahvelerinizde yanınızdaysa kitap önerisine başlayalım!

1984 GEORGE ORWELL

 Cahil bir toplum yok olmaya mahkumdur. Aslında kitap günümüz dünyasını yansıtan bir eserdir. George ORWELL' ın kitaplarını okuduysanız düşüncelerime katılıyorsunuz demektir. Kitapta "BİG BROTHER" yani Büyük Birader Okyanusya' nın cumhurbaşkanıdır, diktatördür ve halkını her konuda kandırmaktadır. Winston ise bizim ana karakterimizdir. Winston, Büyük Birader'i sevmemekle beraber bazı düşüncelerine hatta düşüncelerinin çoğuna inanmamaktadır. Evleri her zaman izlenmekte olan bu insanlar ve Winston bir gün DÜŞÜNCE POLİSİNE YAKALANACAK MI? Onlarda bir gün buhar olacaklar mı? Kitap hakkında detaylı bilgi almak için bence hemen başlayın. İyi dersler çıkaracağınız bir kitaptır. Büyük Birader' in sözünü de sizlerle paylaşmak isterim. 
"SAVAŞ BARIŞTIR, ÖZGÜRLÜK KÖLELİKTİR, BİLGİSİZLİK KUVVETTİR..."

KAVGAM ADOLF HİTLER

 Herkes hemen hemen Hitler hakkında belirli bilgilere sahiptir. Bu kitap Hitler' in kendi kalemiyle kendisinin bir nevi otobiyografisini yazmasıyla oluşmuştur. Hitler çocukken resim yapmayı severdi fakat babası onun resimle bir yere gelemeyeceğini düşünüyordu. Hitler bu konuda babasıyla çatışmıştır. Hitler, büyüdükten sonra büyük bir diktatör olacağını kim bilebilirdi ki? Hitler' in asıl amacı Almanlara "yaşam alanı sağlamak için doğuya yayılmaktı. Hitler'in gerçek soyadının "SCHİCKELGRUBER" olduğunu Nazi Partisi'nin (NSDAP) üyeleri dahi bilmiyorlardı. Ayrıca Hitler, Mustafa Kemal ATATÜRK hayranıydı. 
"BENİM USTAM IL-DUCE' DİR, AMA ONUN USTASI DA MUSTAFA KEMAL'DİR." Sözü de Atatürk hayranı olduğunu kanıtlar niteliktedir. Eminim sizde de bu kitap merak uyandırmıştır. 

KAFES JOSH MALERMAN 

 Malorie ve iki çocuğu, olayların başlangıcından beş yıl sonra hayatta kalmayı başaran bir avuç insan arasındaydı. Nehrin kenarındaki terk edilmiş bir evde çocuklarıyla yaşayan Malorie, ailesinin güvende olabileceği bir yere gitmenin hayalini kuruyordu. Fakat onları bekleyen yolculuk tehlikelerle doluydu. Tek bir yanlış hamle ölümlerine yol açabilirdi ve onları takip eden bir şey vardı. Bu bilinmeyen yolculukta Malorie sık sık geçmişi hatırlıyordu. Bir araya gelerek hayatta kalmaya çalışan, kendısını de aralarına alıp onu da kurtaran arkadaşlarını bir bir aklına geliyordu. Acaba Malorie ve çocukları hayatta kalabilecek ve güvenli bir yer bulabilecekler mi?
"İNSANOĞLU ASLINDA KORKTUĞU YARATIĞIN TA KENDİSİDİR."

-BETÜL ÖZCAN



17 Mart 2019 Pazar

SEN YAPARSIN TÜRKİYE


  Merhaba arkadaşlar, bugün sizlerle ülkemizde sorun olan bazı konular hakkında konuşacağım.
  Aslında konuşacak bir çok problemler olduğunu hepimiz biliyoruz; fakat ben bugün daha çok gündemde olan konuları konuşmayı tercih edeceğim.
  Biliyorsunuz ki bu hayatta yapabileceğimiz birçok şey var ama nedense bunların hiçbirini yapamıyor vaziyetteyiz. Bu evrende birçok sorun var. biz bunları biliyoruz, bunlara çözüm buluyoruz fakat bu çözümü yerine getiremiyoruz. Sadece düşündüğümüz tek şey "Bu dünyayı kurtarmak bana mı kaldı?" Biliyorum ki birçok kişi kendisine bunu demiştir ve çözümünü insanlara sunmamıştır. Bunun yüzünden biz hep gelişmekte olan ülkeyiz. Çözümlerimizi dışa aktarmıyoruz. Bunun tek sebebi hiçbir şey araştıramadığımız, merak etmediğimiz yüzünden başımıza gelmektedir. Ayrıca başka sorunlardan biri ise ülkemizde eğitim sistemi de insanların hayal gücünü kısıtlıyor olması. Bence ilk başta şöyle olmalıydı; Birinci sınıftaki öğrencileri gözlemleyip onların yeteneklerini fark edip, İkinci sınıfta ise onların sevdiği ve öğrenmek istediği branşlara aktarılmalıydı. Eğer böyle olsaydı hem o kadar kişi sevmediği işi yapmak zorunda kalmazdı. Ayrıca okulları nitelikli veya niteliksiz okul diye ayrım yapmamalıyız. Çünkü her çocuk "yeter ki istesin" her yerde başarabilir. Bunu hiçbir zaman unutmamalıyız. Okulları, meslekleri kolay ulaşabileceğimiz  yerlere almalıdırlar. Onları neden bu kadar zor ve uğraştırıcı olmasını istiyorlar ki? Bizim eğitimimizi kısıtlamamalılar, Asıl eğitim ve öğretimi biz öğrencilere sevdirmeliler. Çünkü "herkes başarabilir,yapabilir." Son olarak sizlerle ülkemizde yaygın olarak işsizliğin neden olduğunu konuşmak istiyorum. Bence işsizlik eğitimden kaynaklanıyor. Neden derseniz eğer; çünkü okuyan ama bir türlü atanamayan birçok kişi var, okumak isteyen ama ailevi nedenler yüzünden okuyamayan insanlar şimdi elinde bir diploma veya diploma olsa bile birçok kişi hala işsiz olup bazı yerlerde çürümektedir. Biz milletimiz olarak bunları önlemeliyiz. hayatımızı boşa harcamalıyız, bu sorunlar çözümler arayıp, bu çözümleri insanlara sunmalıyız. Bunu dernekler kurarak, sivil toplum kuruluşlarına katılarak yapabiliriz. Hayatımızda ki sorunları azaltmak için hepimiz için sorunlara birlikte el atıp kardeşçe ve mutlu bir şekilde yaşamalı ve güzel bir Türkiye kurmalıyız!  

16 Mart 2019 Cumartesi

 HER SORUN BİR ÇÖZÜM DEMEK MİDİR?

 Günümüz insanların çektiği sıkıntılar elbette vardır. Ama buradaki ironi nedir biliyor musunuz? Hepimizin aynı sorunları yaşamasıdır. "Çözüm üretmek." Bazıları buna bir çözüm bulmalıyız derler. Asıl sorun hepimizin sorgulamamasıdır. Bazıları sorgular fakat çözüm bulamaz, bazılarıysa kendileri için çözüm üretir. Ama sonuçta çözüm üretmesi iyi bir şey olsa da sadece kendisini düşünmesi yanlış bir tutumdur.   Ülkemizde neden beyin göçleri oluyor? Eğitim sistemi mi yoksa kendimiz için çözüm arayan bizler mi suçluyuz? Eğitim her daim ailede başlar, okulda gelişir, insan yaşamını yitirince son bulur. Yani hayatımızın özeti şudur: "DOĞAR, GELİŞİR VE ÖLÜR." Bu her şey için geçerlidir. Küçük bir çocuğu ele alarak konumuzu açığa kavuşturmak istiyorum. Bir bebek öncelikle hayatında ilk kelimesini ailesinde öğrenir, oyun çağlarında okula gönderilir. Altı yaşında okula başlayan çocuğa okuma ve yazma öğretilir. Bir sürü ödev verilir. Çocuk ortaokula başlar. Sosyal bir ortamı olur. Bazı arkadaşları hem okulu hem de sosyal hayatını dengede tutarken o çocuk dengede tutamaz. Kendisini sürekli derse verir. İyi bir lise hatta iyi bir üniversite kazanır. Daha sonra yüksek lisans yapar, yeni diller öğrenmek için kendisini geliştirir. Artık sırada iş hayatına atılmak vardır. Takip ettiği, araştırdığı iş yerlerine özgeçmişini verir. Fakat kabul edilemez. Peki bunun nedeni nedir biliyor musunuz? Babasının şirketinin olmadığı ya da onu kolay yöntemle işe sokabilecek birinin olmamasından kaynaklıdır. Bütün emekleri ziyan olur. Ne yazık ki bu durum ülkemizde yaşanmaktadır.   Ülkemizde işini layıkıyla yapabilecek insanlara neden değer verilmez? Bu tür gençlerimiz, belki de geleceğin en iyi mimarı, doktoru veya hukukçusu olacakken neden onlara değer vermiyoruz? Beyin göçü ülkemizde sürekli olmaktadır. Köydeki çocuklar şehirdeki çocuklara karşın daha azimlidirler. Nedeniyse yokluğun ne demek olduğunu bilmeleri ve ailelerine destek çıkmak için daha çok çalışma gereksinimi duymalarından kaynaklıdır. Hanginiz hatırlıyorsunuz? "ÇOBAN HABİB TEOG İKİNCİSİ OLMUŞTU." Müthiş bir başarı hikayesidir. O zamanlar çeşitli haber sitelerinin dikkatini çekmişti fakat artık unutuldu. Koyun otlatırken kitap okuyormuş, şimdiki nesil ise telefonla ilgilenmekte.   Eğitim kötü olabilir. Bizim asıl sorunumuz: "EN İYİ EZBER YAPANI HUKUKÇU, SAYISALI İYİ OLANI DOKTOR YA DA MİMAR YAPMAK..." Bir mimar düşünelim. Hayatı boyunca derse fazla ilgi göstermemiştir. Bu kişinin babasının inşaat firması var. Babası buralara gelmek için dişini tırnağına takarak gelmiştir. Ama oğlu veya kızı buralara gelmek için pek çaba göstermemiştir. Çünkü nasıl olsa babasının bir inşaat firması var. Fay hattına ev diktiğini düşünün. Bir depremde bir sürü insanın vefat ettiğini, işte bu yüzden hem o kişi insanların hayatlarını mahvetti ve işini layıkıyla yapan birinin yerine geçti. Bu olaylar eminim yaşanmıştır.  Çünkü insanlar hep daha fazlasını isterler. O kişinin düşüncesi de zaten daha fazla bina dikerse daha fazla gelir elde edeceğini düşünmekti.
 Bir kentte yaşıyor muyuz yoksa şehrin içinde yok olup gidiyor muyuz? İnsanları gözlemlediğimde herkes aceleyle bir iş yapmakta olduğunu görüyorum. Bazıları işe gitmekte bazıları çocuklarını okula bırakmakta. Daha fazla gelir elde etmek için herkes bir koşuşturma içinde kayboluyor. Sadece zamanımızı değil kendimiz de bu hayat biçiminde yok olup gidiyoruz...
- BETÜL ÖZCAN 
GİF İÇİN YARARLANDIĞIM KAYNAK png.pnghttps://pngimage.net/wp-content/uploads/2018/05/d%C3%BC%C5%9F%C3%BCnen-emoji-png.png

3 Mart 2019 Pazar

Sevginin Gücü Adına

Masmavi bir deniz gördüm rüyamda 
Seni aradım, durdum her gün o limanda
Bitmek bilmeyen bir hasretti bu 
Sevginin gücü adına.

Saat dokuza on var
Seni bekliyorum hala 
Ne gelen var, ne giden 
Sevginin gücü adına.

Artık gelmeyeceksin bunu farkettim
Günlerce boşuna kendimi harabettim 
İnsanoğlu ne kadar kötü bir varlıkmış 
Ben sende bunu farkettim.

1 Mart 2019 Cuma

Geçmişe Gitme Hakkı




Geçmişe gitme hakkınız olsaydı, nereye giderdiniz?
Ben hiç düşünmeden milli mücadele dönemine giderdim. Çünkü bu hayattan eninde sonunda göçüp gideceksek eğer, ben vatanım için ölmek ve onun uğruna canımı feda etmek isterdim. Gelecekte büyük iz bırakmak ve onun için gurur duymak isterdim. Siz hiç istemez miydiniz? Vatan için canından bile vazgeçen, ulu önder Atatürk' ün bizim için emanet ettiği bu karış topraklarda mermi taşımak, o savaşta düşmanı denize dökmeyi, siz de istemez miydiniz? Bu toprakların ne kadar önemli olduğunu, onların ne zorluklar altında kazanıldığını unutmamalıyız. Şehitlerimiz bu toprakları kimlere bıraktığını bilmeden sadece "Türk Gençleri" olduğunu bilerek vatanımızı bizlere emanet etti. Onların emeklerini boşa çıkarmamalıyız. Bu yüzden ben milli mücadele dönemine gidip vatanım, milletim, geleceğim için kendimi feda etmek isterdim. Ama böyle bir şansımız olmadığı için geleceğe dair düşünceler geliştirmeli, yaşadığımız bu toprakları yeni dünyaya hazırlamalıyız. Geçmiş kendini tekrarladığı için eski düştüğümüz hatalara bir daha düşmemeliyiz. Şehitlerimizin kanını boşa harcamamalıyız, ay yıldız bayrağımızı hep dalgalandırmalıyız. Türk insanın gücünü yaşatmalı ve göstermeliyiz! Bunun için çok çalışıp bu güzel vatanımızı yeni çağa ayak uydurmalı, Türk gücünün hiçbir zaman yok olmadığını hatta daha kuvvetli olduğunu göstermeliyiz. Zamanımızı boşa harcayacak şeylerle uğraşmamalı, birbirimize destek olup Türk milletinin ne kadar cesur ve güçlü olduğunu göstermeliyiz.



Esaretin Bedeli

The Shawshank Redemption (Esaretin Bedeli) Tim Robbins (Andy) ve Morgan Freeman (Red) 'ın başrol oynadığı 1994 yapımı bir filmdir.
Bu film suçsuz bir yere hapse giren bir adamın ne zorluklar altında yaşadığı olayları ve hapishanede ne gibi değişiklikleri yaptığını anlatıyor.
Andy karısının sevgilisini öldürdü diye suçu olmadan hapse giren bir bankacıdır.
Hapishaneye zar zor alışan Andy yakın arkadaşı olan Red ile tanışır. Red, her zaman arkadaşına yardım eder ve onun için elinden geleni yapmaya çalışır. Hapishaneye güzellikler katan Andy artık hapishane müdür yardımcısının muhasebecisi olarak göreve başlar ve artık hapishane müdürü olmak üzere birçok insan Andy için gelir, onun kendileri için muhasebeciliğini yapmalarını isterler. Andy de arkadaşlarını düşünerek  mahkumların bilgi edinebilmesi için onlara bir kütüphane kurmuştur...
Bu film böyle devam eder. Ben burada insanları tanımadan onları hiçbir şekilde bilmeden kendi fikirlerimizle sorgusuz sualsiz onları kendi bir biçimimizde yargılamamızdır. Bu filmde bir adamın olay yerinde bir şeyini unuttuğu için onun düşüncelerini önemsemeden bir çok yılını çöpe atmıştır. İnsanları fiziksel özelliklerine bakarak onları suçlamamalı, onların da düşüncelerinin önemli olduğunun ve duygularının da olduğunu unutmamalıyız. Herkese sevgi ve saygı çerçevesinde yaklaşmalı, onları tanımadan yargılamamalıyız. Eğer bunu yaparsak bizler yüzünden birçok insanın hayatıyla oynamış olur ve o insanın geleceğini ve ailesini düşünmeden onların hayatını bir kum tanesi gibi yok ederiz. Biz biz olmalı hiç kimseye ön yargılı olmamalıyız. Bu filmi sizlerde izlediğiniz vakit bunu göreceksiniz. yani demek istediğim şu ki bir yerde bir suç işlenmiş, oradan geçen (sadece olayı gören bir kişi) biri bir şeyini orada düşürdüğü için bütün suçlamaların ona çarptırılması sizce nasıl bir şey? Bence bu çok adaletsiz bir davranıştır. Yani her kim olursa olsun onların düşüncelerine saygı duymalıyız, kendimizi onun yerine koyup o kişinin neler hissettiğini anlamalıyız. Boşu boşuna kimseyi suçlamamalı, herkesi tanıyıp sonra düşüncemizi ifade etmeliyiz. Bence kimseye karşı ön yargılı davranmamalıyız.




28 Şubat 2019 Perşembe

Şiir mi yoksa roman mı daha önemlidir?

 Bence bu karşılaştırmayı yapmamalıyız. Her ikisi de olmalıdır. Herkesin zevk aldığı, yapmaktan, okumaktan hoşlandığı şey ve bakış açısı farklıdır. Kimi romandan kimi şiirden etkilenir ve beğenir. Kişiden kişiye değişen bir durumdur. Bence önemli olan okuduğumuz şeyden ne anladığımız ve ondan ne çıkarttıgımızla alakalıdır. Şiirde anlamak istediklerimizi bir iki satırda anlamak insana kendini iyi hissettirir ve mutluluk vericidir. Roman ise bize bambaşka duygular hissettirebilir.

Aşağıdakilere mutlaka bakmanızı öneririm.

  • Çalıkuşu-Reşat Nuri Güntekin
  • Ateşten Gömlek-Halide Edip Adıvar
  • Yaban-Yakup Kadri Karaosmanoğlu

GREEN WAY

     Yeşil yol denince aklınıza ne geliyor? Benim çaresizlik,kanıtlanamama  ve artık bunu kabullenme hissi geliyor. Herkese tavsiye edebileceğim, izlediğim en güzel ve anlamlı filmlerden biri. 
     Kocaman iri cüsseli bir adam olmasına rağmen o sıcacık kalbiyle bizlerin etkisini üzerine çekmiştir. Tom Hanks'in başrol aldığı fakat benim ilgimi üzerine çeken kişi John Coffey rolüyle Clarke Duncan olmuştu. Son sahnesi gerçekten beni çok etkilemişti. Herşeyin farkında olup hiçbir şey söyleyemeyen gardiyan mı yahut suçsuz olduğu halde o elektrikli sandalyede oturan John Coffey mi? En etkilendiğim nokta John Coffey'nin o masum sözleri olmuştu:
-Patron, lütfen yüzümü o şeyle kapatma. Karanlıktan korkuyorum.
Bu sözler benim kalbimde bir yaraya sebep oldu. Ağladığım nadir filmlerden biri oldu.
    Herkesin izlemesine tavsiye edeceğim filmler sıralamasında birinci sıradadır. İzlediğiniz zaman ne demek istediğimi anlayacaksınız.






                                                             
Bugün sizlere sevdiğim, hayran olduğum  birinden bahsedeceğim; Öykü Karayel… Neden bilmiyorum ama çok seviyorum onu. Bana kendimi iyi hissettirdiği için, olmayan ablam olduğu içindir belki de. Yaklaşık iki senedir hayranıyım ve her geçen gün daha da çok bağlanıp seviyorum onu . İki kere görebilme fırsatım oldu, ilk 24 Aralık 2017’de sete gidip görmüştüm ikinciye de 18 Şubatta tiyatrosunda. Daha yeni görmüş olmama rağmen aşırı derecede özledim onu. Çoğu insan dışarıdan bakıp “soğuk nevale” gibi ithamlarda bulunup yargılasa da  aksine çok iyi ve samimi biri. Fanlarına arkadaş diye hitap eden biri, fanlarıyla arasında ünlü-fan ilişkisi olmayan biri. Elimden geldiğince her zaman yanında olmaya çalışıyorum ama bedenim yanında olmasa bile kalbimin onunla olduğunu ve  her zaman yanında olacağımı biliyor. Doğum gününde 9 kişi birleşip Lösev'e bağış yapmıştık ve ona adımızın da yazılı olduğu bir belge gitti ve çok mutlu oldu. Temmuz ayında Can Bonomo evlendi ve aşırı yakışıyorlar bence. Oynadığı dizilere, filmlere ve tiyatrolara gelecek olursak; Beni Unutma, Kuzey Güney , Kara Para Aşk, Muhteşem Yüzyıl Kösem, Kalp Atışı, Muhteşem İkili, Toz, Bulantı, İşe Yarar Bir Şey, Güzel Şeyler Bizim Tarafta ve şuanda oynamakta olduğu Terk. Ben onu Kalp Atışı sayesinde tanıdım ve sevmeye başladım. Eğer ona karşı bir ön yargın varsa onu görmüş olan fanlarına nasıl biri olduğunu sorup ön yargını yıkabilirsin veya takip etmek istersen hesabı @imoykukarayel 






Atmosferin önemi ve çevreye zarar veren maddelerin etkilerinin azaltılması

İnsanlar yaşamak için nefes almak zorundadırlar, hayvanlarda öyledir ve bunun için oksijene ihtiyacımız vardır. Ve ihtiyacımız olan oksijeni, atmosferden karşılıyoruz. Atmosfer olmasaydı eğer ne kadar süre nefesimizi tutabilirdik ki? Ayrıca eğer atmosfer olmazsa hiçbir ses duyulmaz ve iletişim kurulamazdı. Atmosfer bizim için çok önemlidir; Çünkü canlıların yaşaması için gerekli olan Oksijen, Karbondioksit ve Azot gibi gazlar içinde bulunduruyor. Ayrıca bizim için, dünya için ve bitkiler için çok önemli olan ozon tabakasını içinde barındırıyor. Peki bizim için, dünya için ve bitkiler için neden önemlidir?

İlk Dünya için önemine bakacak olursak; Ozon tabakası uzaydan gelen pek çok zararlı ışınlara karşı bir kalkan görevi görmektedir,  dünyanın genel iklimi üzerinde de etkileri vardır. Mor ötesi ışınlarının soğurulması sıcaklığı düşürmekte ve ısı dengesinin düzenlenmesine yardımcı olmaktadır ve bunları arttırabiliriz.

Şimdi de bizim için önemine bakalım; Ozon tükenmesinin bir sonucu olarak dünyaya erişen ek UV-B radyasyon, en basit tek hücreli bitkilerden böceklere, balıklara, kuşlara ve memeli hayvanlara kadar insanlar da dahil bütün canlılar üzerinde zararlı etkilere sahip olabilir. Ultraviyole (UV) radyasyonun cilt kanseri de dahil pek çok insan sağlığı problemleriyle bağıntılı olduğu bilinmektedir. Güneşin yakıcı ışınları gözlere de zarar verebilir. Deliller uzun süreli güneş ışınlarına maruz kalmanın görmeyi azaltan ve sürekli körlüğün başlıca nedeni olan, göz bebeklerini örten kataraktı başlattığını göstermektedir. Ozon tabakasındaki %10'luk sürekli azalma sonucunda küresel olarak her yıl yaklaşık iki milyon yeni katarakt vakasının ortaya çıkacağı tahmin edilmektedir.

Şimdi ise bitkiler üzerindeki etkisine bakalım; Aşırı UV-B, hemen hemen bütün yeşil bitkilerin büyüme süreçlerine sebep olur. Buğday, pirinç, mısır ve soya fasulyesi gibi dünyadaki temel gıda ürünlerinden çoğu dahil olmak üzere pek çok tarımsal ürün güneşin yakıcı ışınlarına karşı duyarlıdırlar. Deneyler yiyecek üretiminin, dünyaya ulaşan UV-B radyasyondaki her %1'lik artışla %1 oranında azalabileceğini göstermektedir. Bitki türlerindeki herhangi önemli bir kayıp, diğer türler ve ekosistemler üzerinde bir etkiye sahip olacaktır. Bitkiler başlıca oksijen üreticisidirler ve karbondioksit için başlıca depo yeridirler.

Yani bunların hepsini tek başlık altında topladığımızda ozon tabakasının bizler için ne kadar önemli olduğunu görebiliyoruz. Ve biz kimyasal maddeler, atıklar kullandıkça ozon tabakası git gide azalmakta. Peki ozon tabakasını incelten ne? Üzerimize sıktığımız deodorantlar, kullandığımız klimalar, yangın söndürücüleri, yalıtım panelleri gibi örneklerle çoğaltabiliriz.

Şimdi ise çevreye zarar veren maddelere bakalım; kimyasal ve biyolojik silahların kullanılması, zehirli Maddeler, radyoaktif Maddeler, petrol ve petrol ürünleri, evsel ve kentsel atıklar, endüstriyel atıklar, bazı plastik madde türleri, tarım ilaçları, pek çok boya türü, tiner, elektronik cihazlar gibi bu örnekleri arttırabiliriz.  Doğamız bizler için oldukça önemlidir. Dünya’nın geleceği için doğaya iyi bakmalıyız. Gelecek nesillere daha yaşanabilir bir Dünya bırakabilmek için çevreye zarar vermemeliyiz. Verenleri uygun bir dille uyarmalıyız.
Şimdi ise Çevreye zararlı maddelerin etkilerinin azaltılması için neler yapılmalıdır onları öğreneceğiz;
·         Hava kirliliğine neden olan fosil yakıtların kullanımı azaltılmalı, yenilenebilir enerji kaynakları kullanılmalı.
·         Fabrikalardan çıkan baca gazları filtre edilmeli.
·         Planlı yapılaşma sağlanmalı.
·         Ormanlar korunmalı ve yeşil alanlar arttırılmalı.
·         Su ve toprak kirliliği oluşturan plastikler suya ve toprağa atılmamalı, toplanarak geri dönüşüme kazandırılmalı.
·         Kanalizasyon suları, fabrika atıkları arıtılarak sulama sularına karıştırılmalı.
·         Deterjan üretiminde bakterilerin kolay parçalayabileceği kimyasallar kullanılmalı.
·         Piller çöplere atılmamalı, ayrı kutularda toplanarak geri dönüşüme kazandırılmalı.
·         Buzdolabı ve klimalarda çevreye zararlı olan gazlar kullanılmamalı.
·         Enerjiyi verimli tüketmek amacıyla az enerji tüketen A sınıfı araçlar kullanılmalı.
Çevrenin kirlenmemesi için gerekli önlemi almayan kuruluşlara caydırıcı cezai işlemler uygulanmalıdır.

Bilgi edinmek için kullandığım siteler; http://cevreonline.com/cevre-kirliligi-cesitleri/
                http://webders.net/401/cevre-kirliligini-onlemek-icin-neler-yapmaliyiz.html
                9. sınıf MEB yayınları Kimya kitabı
Resim için faydalandığım site; http://www.beycan.net/1268/cevre-kirliligi-icin-cozum-onerileri.html


Kurtuluştaki Melek

Anaların gözyaşları
Oldular namluda mermi
İngilizlerin dediği gibi
O savaştıkları insan değil melekti

Analar yollarken 15'likleri
Gelen kendi değil cesedi
Biliyorlardı giden dönmez geri
Savaştıkları insan değil melekti

Karda kışta savaştılar bu yolda
Feryad edenler her tarafta
Nedir çektikleri bu acı
Bizim bu topraklarda 

23 Şubat 2019 Cumartesi

GÜNÜMÜZ SORUNLARI= EĞİTİM 


Eğitim denince ilk aklınıza gelen nedir? Eğer klasik  bir Türk öğrencisiyseniz "Eğitim demek bir bireyin kendisini geliştirmesi gereken bir kurumdur." derdiniz değil mi? Hayır hayır demezdiniz hatta demezdik. Eğitim deyince birçoğumuzun aklına eğitim sistemimizdeki kasvetli sınavlar, birikmiş ödevler ve bunlardan bıkmış öğrenci kitleleri geldiğini tahmin edebiliyorum. Eğitimde neleri yanlış uyguluyoruz? Yoksa eğitimi doğru uyguluyoruz da, yanlış mı anlıyoruz? Bunları sorgulamamız gerek... Lise son sınıfa giden öğrencilerin çoğunun hedefi var demek isterdim. Fakat yok. Peki ya neden? Bu durumda 2 olasılık var;
1) Öğrenci ders çalışmaktan kendini tanıyamamıştır.
2) Öğrenci daha hangi derste iyi olduğunu bilmiyordur.
Burada kimler hatalı? Tamam kabul ediyorum. Ders saatlerimizin kat sayısı fazla ama buralarda öğrencilerde de suç yok mu? İlk öğrencimizi ele alalım. Kendini o kadar çok derse adamıştır ki gecesini gündüzünü bu sınavdan iyi puan almak için çalışıyordur. Peki ama neden çalışıyor? Hedefsiz biri nereye kadar devam edebilir ki? 2. tip öğrencimizi ele alalım. Oyun başından kafasını kaldırmayan öğrenciler, bu nereye kadar devam edebilir, sizler kendiniz için bir şey yapmazken eğitim sizlere ne yapsın ki? Burada M. Treveleyn' in sözüne değinmek istiyorum "EĞİTİM OKUMA YAZMAYI BİLEN ANCAK NE OKUYACAĞINI BİLMEYEN KİTLELER YARATTI..." Gerçekten güzel ve üzerinde durulması gereken bir söz. Okuma ve yazma, çarpma ve bölme bildikten sonra eğitim biter mi? Eğitim hayatımızın her alanında bulunmaktadır. Klasik bir söz geliyor aklıma "HAYAT MATEMATİKTİR..." Matematikle ilgilenmeyen bir öğrenci bile oynadığı oyunları matematiksel verilerle oynamaktadır. Bu durumda eğitimden kaçış yoktur. Eğitim demek; "Bir insanın veya herhangi bir kişinin kendisini belirli bir konuda bilgili ve becerikli bir seviyeye gelmesi ve kendisini tanıması demektir." Eğitim demek; " Her gün 500- 600 soru çözmek ya da gecesini gündüzüne katarak sürekli ders çalışmak demek değildir." Bizler bu ülkenin geleceğiyiz. Bir kedinin bile fareyi yakalamak gibi bir amacı varken benim veya sizlerin neden bir hedefi olmasın? Sadece kendinizi tanıyın ve hedefiniz için biraz çalışmaya başlayın. Unutmayın ki bizler Mustafa Kemal' in evlatlarıyız. Başarısızlık ve ümitsizliğin bizim hayatımızda yeri yoktur... 
- BETÜL ÖZCAN 

22 Şubat 2019 Cuma


MERHABA ARKADAŞLAR!
Sizlere sevdiğim filmlerden bahsedeceğim. Hayatımda izlediğim en güzel filmlerden bir tanesidir "PİYANİST." İkinci Dünya Savaşı'nı yansıtan nadide eserdir bence...Hepimiz 2. Dünya Savaş'ı hakkında hemen her bilgiye sahibizdir. O dönemde "DİKTATÖR" olan Adolf Hitler'in tek amacı üstün Alman ırkı kurmaktı. Bu hedefine ulaşmak için çeşitli ülkeleri mahvetmişti. Bu ülkelerden biri ise POLONYA'YDI. Polonya' da yaşayan Wladyslaw Szpilman,  Alman işgaliyle ülkeleri yerle bir olur. Hayatı berbat şekilde ilerleyen Piyanist, en sevdiği mesleğini bile yapamaz hale gelir. Piyanist, Nazi askerlerine yakalanmamak için çeşitli evlerin altında yaşamıştı. Hitler'in bu yükseliş dönemi birden çöküş devrine dönüşmeye başlamıştı. Piyanist bir eve saklanmıştı.Piyanist evin en üst katındaydı. Bir Alman askeri onu görmüştü fakat ona bir şey yapmamıştı. Nazi askerleri yakalanıyordu. Artık, savaş yavaş yavaş sona eriyordu. Piyanist'i gören Alman askeri, ona yemek ve üstünde duran Nazi işaretli paltoyu vermişti. Çünkü piyanist ÜŞÜYORDU. Asker, oradan ayrılmıştı üstelik onu öldürmeden ve arkadaşlarına bir şey demeden... Artık ülke kurtulmuştu. İnsanların bazıları dönmüştü. Piyanist'in üstünde Alman paltosu vardı. Onu Alman sanmışlardı. Piyanist: 
- Ben Polonyalıyım lütfen ateş etmeyin demişti...
Oradan biri ona neden bunu giydiğini sordu haklı olarak. Fakat Piyanistin cevabı yürek burkuyordu...
- Üşüyorum... 
Onu öldürmeyen askeri görmeye gitmişti fakat asker çoktan sürgün edilmişti... 
Bence anlamlı bir filmdi... Üstelik bir insan bunları yaşamıştı. Hatta bir insan değil milyonlarca insan bunları yaşamış ve katledilmişti. Yahudi, yaşlı, genç, çocuk, bebek, kadın ve erkek demeden sırf doğuştan gelen özellikleri yüzünden katledilmişti. Peki o insanların suçu neydi? Yahudi ya da engelli doğmak onların elinde olan bir şey miydi? "SORGULAMAK GEREK!"

Bu filmde nadide eserlerden bir tanesidir... Bir Alman iş adamı ilk başta Yahudi olan Polonyalı insanlara az ücret ödediği için onları çalıştırır. Onları bazı yollardan Alman gibi gösterir. Onlara bakış açısı ilk zamanlarda zalimce olmasına rağmen zamanla onları sever. Yahudiler ona teşekkür borçludur. Çünkü o dönemde Polonya'da  yaşamış olan Yahudiler yakılarak canice ölmekteydi. Ya da Nazi askerleri istediği Yahudi olan insanları silahlarıyla vurmaktaydılar. Zalimce katledilenler dışında buraya gelen insanlar vardı... "KURTULANLAR DİĞER YAHUDİLERE GÖRE ŞANSLI OLANLAR..." Alman iş adamı zamanla fikirleri değişmişti. Kendine liste yapmıştı. Bütün insanları oraya almak için elinde ne varsa satmıştı. Ona, iki insan dolu tren gelecekti. Birincisi gelmişti. Fakat ikincisi gelememişti. O trenlere binmek için birbirleriyle savaşan insanlar vardı... Alman iş adamı 1100 Yahudi'nin hayatını kurtarmıştı. Fakat o muhteşem sözünü de buraya yazmayacak değilim. İşte yürek burkan bir söz daha 
- "ÇOK DAHA FAZLASINI KURTARABİLİRDİM, BU ARABA BU ROZET EN AZ ON İNSAN EDER..."  
Sizlere bu filmleri izlerken asla vakit kaybetmeyeceğinizi hatta düşüncelerinizin değişeceğini, sizlerde bu filmleri izledikten sonra anlayacaksınız 
"ADOLF HİTLER" hakkında bilgi almak istiyorsanız "KAVGAM" kitabını tavsiye ederim. Bir çocuğun hele ki resime ve sanata ilgi duyan bir çocuğun, yetişkin bir birey olunca nasıl bu kadar "DİKTATÖR ve ACIMASIZ" olduğunu "KAVGAM" kitabını okudukça anlayacaksınız. Sizlere tavsiyem ilk kitabı okumanız ve daha sonra bu filmleri izlemeniz yönündedir. 
 HACHIKO
Hayatımda bildiğim en eşsiz köpek türüdür "İşçi Köpeği..." Hachiko'yu profesör tren otogarında bebekken görür. Sahibini bulmak ister fakat bulamaz. Hachiko'ya zamanla ısınır. Ona top atar ama Hachiko o topu getirmez. Profesör bu durumu birine anlatır. "Bu tür köpekler anca özel bir olayda o topu geri getirir." der. Profesör her zaman işe giderken Hachiko ona eşlik eder. Akşam iş dönüşü Hachiko tren istasyonunun orada beklemektedir. Beraber eve giderler. Her zaman bu durum sürer. Hachiko bir gün profesöre o topu getirir. Profesör sevinir hatta şaşırır. Profesör, trene biner fakat Hachiko onun gitmesini istememektedir... Profesör öğrencilerine bir şey anlatırken yere yığılır. Hachiko profesörü beklemektedir. Fakat profesör yoktur ve bir daha asla geri gelmeyecektir... Hachiko'yu profesörün kızı alır. Fakat Hachiko tren istasyonunda beklemek istemektedir. Dolayısıyla kız onu salar... Hachiko aylar, yıllar ve mevsimler geçmesine rağmen beklemektedir... Profesörün eşi onu görür ve 
-Hachi, burada sürekli bekledin mi? der ve Hachiko ölür.
8 MART 1935 HACHİKO'NUN ÖLÜM GÜNÜDÜR...
Hayatımızda kaç tane insan gördük bu kadar sadık olan? " İŞTE BU YÜZDEN SEVİLMELİ HAYVANLAR..." 
Hayatınızda düşünce yapınızın değişmesi için 3 mükemmel eserdir bunlar. İzlemenizi tavsiye ediyorum.
Bu arada Hachiko durduğu tren istasyonunda heykeli bulunmaktadır, bakmak isterseniz buraya koyuyorum.
-BETÜL ÖZCAN 

21 Şubat 2019 Perşembe

Atatürk ile ilgili şiir.

Dünya’nın En Büyük Ölmezi
3997 tane kitap okuyan
9 tane kitap yazan
7 düvele karşı savaş verip kazanan
İşte benim Atam!

13 sene boyunca 4 cephede savaşan
Ülke kurup 15 sene boyunca yöneten
Dünya’ya tanınmış lider olan
İşte benim Atam!

Yurdu işgalden korumuş olan
Bütün Türk milletinin unutmayacağı
Türk milletinin sevmekten asla vazgeçmeyeceği Adam
İşte benim Atam!

Barış Bıçakçı ve Pelin Esmer’in kaleme aldığı “İşe Yarar Bir Şey” filmi hayata karşı bakış açımı değiştiren bir film olmuştu. Hemşire olduğunuzu düşünün ama aslında oyuncu olmak istiyorsunuz bu mesleği isteyerek yapmıyorsunuz. Bir tarafta da çalışğınız hastanedeki başhekim diğer tarafta da ölmeyi bekleyen felçli bir arkadaşı. Felçli hasta daha fazla böyle yaşamak istemediği için arkadaşından kendisini öldürmesini istiyor ama arkadaşı yapamıyor ve sizin o adamı öldürmeniz için sizi ikna ediyor ve sizde aklınca işe yarar bir şey yaptığınızı düşünerek kabul ediyor ve  yola çıkıyorsunuz.Babanız sizi iş görüşmesine gittiğinizi sanıp sizi tren istasyonuna götürüp bekliyor ve tren hareket ediyor. Yolda bir kadınla karşılaşıyorsunuz ve tanışıyorsunuz size kendini avukatım diye tanıtıyor. Birbirinize neden yolculuk yaptığınızı soruyorsunuz siz iş görüşmesi için gittiğinizi söylüyorsunuz o da lise arkadaşlarıyla 25.yıl yemeğine gittiğini . Yol ilerledikçe yakınlaşmaya ve daha çok konuşmaya başlıyorsunuz. O size arkadaşlarını anlatıyor siz ona başhekimini ve felçli arkadaşını. En sonunda kadın aslında felçli adamı sizin öldüreceğinizi  ve iş görüşmesinin aslında bir bahane olduğunu anlıyor ve garip bir şekilde size yardım ediyor; Taksiyle o eve kadar geliyor, hatta daha sonra sizin endişe içinde ettiğiniz “sizde gelir misiniz?” teklifini kabul ediyor ve birlikte eve gidiyorsunuz ve adam avukat kadını tanıdığını söylüyor, o sırada öğreniyorsunuz ki aslında o kadın avukat değil şairmiş neden söylemediğini sorunca da “ şairler hiçbir zaman şair olduklarını söylemezler.” cevabını alıyorsunuz. Adamla konuşmaya devam ediyorsunuz, gerçekten artık yaşamak istemediğinin farkındasınız, ona yapacağınız iğneyi hazırlamaya başlıyorsunuz , bu iğne kalbi önce yavaşlatan sonra da durduran bir iğne. Sohbet artık sarmıştı yıllardır görüşmüşğünüz varmış gibi konuşuyorsunuz. Şair kadının amacı aslında adamı ölme fikrinden döndürmek ve en sonunda  “Biz yarında gelelim mi?” teklifinde bulunuyor .Adam kabul ediyor çünkü herkes biliyor ki eğer o iğneyi yaptırırsa bir daha sarı çiçeği asla göremeyecekti, o kitap çok etkilemişti şair kadınla ikisini ve ertesi gün tekrar gittiler adamın evine adamın fikrinden vazgeçip geçmediği bilinmiyor ama bence vazgeçmiştir çünkü şair kadınla konuşması ve bir daha sarı çiçeği asla göremeyecek olması çok etkilemişti onu. Etkilendiğim kısım ise felçli bir adamın ölmek isteyip daha sonra sevdiği şairle karşılaşması ve bir daha sarı çiçeği göremeyeceği için ölümünü ertelemesi oldu.